Sunday, May 26, 2013

Kitap: Nihal Yeğinobalı - Genç Kızlar

Nerden başlasam nasıl anlatsam... Bu kitap, yazar, seviliyor. Kadınlar genç kızken okumuşlar, pek sevmişler... Yıllar sonra yine tutkuyla okuyorlar... Yazar da meşhur, saygı duyulan bir isim. O zaman eleştirmek zorlaşıyor.

Bu girişin nedeni, Nihal Yeğinobalı'nın ilk romanı Genç Kızlar. Nihal Hanım 1927 doğumlu, anneannemle yaşıt. Anneannemle birlikte yaşadığımdan, bu kuşağın düşünce yapısını, yetiştirilişini, Cumhuriyet'in ilk yıllarının bugünkünden farklarını az çok dinledim, öğrendim. Nihal Hanım'a kızmak istemiyorum. Fakat kızmadan da edemiyorum. Çünkü kitap, kitapta aşılanan görüşler, o genel hava o kadar boğdu ki beni! Nihal Hanım'ların yetiştirdiği kadınlar yıllar geçtikçe İpek Ongun'lara dönüştü. Hanımefendi olmanın o ağır baskısını hissettik, sofra adabına uygun davranışlarımız, dizaltı eteklerimiz, hafif sabun kokusu saçan saçlarımızla örnek evlenilecek kızlar olmalıydık. Cinsel heyecanlar bile bir anlık el temaslarıyla arada parlayan kıvılcımlardan öteye geçmemeliydi.

Dönemin anlayışını yansıtması bir yana, bu tür romanlarda bir de elitizm, üstten bakış var ki... Hizmetçi her zaman hizmet etmekten memnun, çünkü hanımefendisi ondan üstün. E o hanımefendi de öyle yüce gönüllü ki, hizmetçisini bir akrabası gibi görür, ancak yeri geldi mi ağzının payını verir ki şımarmasın. Sonra kadın erkek ilişkileri... Kadın erkek ilişkileri kısmından bahsetmek bile istemiyorum aslında çünkü bu konuda söylenmeye başladığımda duramıyorum. 

Romanın dönemine göre cesur olduğu tek konu cinsellik. Genç kadınların cinsel ilgileri olabileceği, isteklerini hayata geçirebilecekleri anlatıyor. Hafif erotik sahneler var. Yine şartlar gereği, yazar romanı kendi ismiyle yayınlayamamış, Vincent Ewing ismiyle, sanki bir çeviriymiş gibi yazmış.

Kadınların cinsel arzuları olabileceğinin önkabulü yapılmasına rağmen, iki kadın arasındaki herhangi bir cinsel çekim imasının bile ahlaksızlık ve delilik olarak görülmesini hazmedebilecekseniz, kitabı okuyabilirsiniz. Bunu yaparken, romanı yazanın da bir genç kız olduğunu, henüz hayatla ilgili pek tecrübesinin bulunmadığını kabul etmelisiniz. Şu an kitapta beni sinirlendiren detaylar, ben 20 yaşımdayken bana da mantıklı görünürdü belki de. 

Yazarın bu kitabı, ilk oluşu nedeniyle bir saygı hakediyor olabilir, ancak kötü bir tecrübe oldu benim için. Diğer romanlarını da okuyarak, yıllar içinde kadına bakışı ne kadar değişmiş, altmetinlerde korkunç toplumsal ahlak bekçilikleri yapmayı bırakmış mı, görmek isterim. Kitapta bir de kendisiyle röportaj var. Gayet aklı başında ve güzel şeyler söylemiş. Peki bu romanı tefrika ederken ne düşünmüş? Olayları aktarırken "normal" olan, "doğru olan" bu gibi göstermemeyi seçememiş mi?

Gerçekten genç kızsanız, okumanızı istemem... Bu romantik ve ahlakçı bakışı benimsemenizden korkarım. (Bu gibi daha çok kitap var, benim de genç kızken okuduğum, belki yeri geldikçe bahsederim/yazarım)

Not: Başlarda beni kitabın lise gibi bir ortamda geçmesine rağmen 35 yaşlarında bir adamla cinsel çekim yaşayan kızlar olması rahatsız etti, sonra kitabın bir yerinde kızların 25 yaşında olduğu ve olayların yüksek okulda geçtiğinden bahsedildi. Kızlar 25 yaşındaysa neden bu kadar çocukça ve gerizekalı davranıyor, ha değilse, neden ortayaşlı adamlarla cinsel münasebetlere giriyor, madem ahlakçısınız neler oluyor? Neyse sonradan sorgulamayı bırakıp okudum bitirdim... Öf. Hiç editör yüzü görmeden tefrika edilmiş herhalde zamanında.

Sunday, May 19, 2013

Film: Muhteşem Gatsby - The Great Gatsby

Muhteşem Gatsby'yi yakın zamanda okudum. Bir-iki yıl oldu herhalde? Hatırlamıyorum, üstelik kütüphanede de bulamadım. Aklımda "old sport" kelimesi kalmış, Türkçe çeviride de bu kelimeye takılmıştım ve kitabı bulup zihnimi yatıştıramadığım için biraz huzursuzum şu anda. Nasıl Türkçeleştirmişlerdi?

-Gatsby insanlara "old sport" diye hitap ediyor, "arkadaşım", "ahbap" falan gibi bir anlamı var sanırım. Woody Allen'ın Midnight in Paris filminde de yazar Fitzgerald karakteri insanlara old sport diye hitap ediyordu ve böylece onun Fitzgerald olduğunu anlıyorduk.-

Edebiyat uyarlamalarını izlemeyi çok sevdiğim gibi, yönetmen Baz Luhrmann'ı da çok severim. Yeri gel(me)mişken size çocukluğumdan bahsetmek isterim:

Her pazar babamla sinemaya gittiğimizde, en çok fragmanları izlemeyi severdim. Yine böyle bir sinema günümüzde, tahminimce Bakırköy'de şu an kapanmış olan bir sinemadaydık. (Saray/Manhattan'ın yanındaki pasajdaki sinema diye hatırlıyorum ama emin değilim) Filmden önce Romeo+Juliet'in fragmanını gösterdiler. Haliyle ben Leonardo Di Caprio'nun o haline aşık oldum. (Yaş 11-12, Leonardo da 18 falan hehe) Eski dergiler satan bir dükkan vardı, yabancı dergileri alırdık içlerinden çıkan güzel posterler ve çıkartmalar için... Buradan içinde Romeo+Juliet filmi ve Leonardo olan her dergiyi almaya başlamıştım. Resimlerini biriktiriyordum. Sonra filmi de izlemiştim, yine sinemada, çok etkilenmiştim. Tabii zamanla Leonardo sevgisi bitti. (Çok popüler oldu Titanik falan. Ben de Metallica'nın bassçısı Jason Newsted'e geçtim ne yapalım...) O günden beri filmleri yönetmenlerine ve aldıkları ödüllere göre seçer izlerim (!)

Carey Mulligan'dan bahsetmek istemiyorum zorlamayın. Daisy'den de ondan da nefret ediyorum

Moulin Rouge'u izlediğimde artık lisedeydim, müzikleri çok iyiydi ve daha önce gördüğüm hiçbir müzikale benzemiyordu. Üstelik başrol oyuncuları da harika şarkılar söylemişlerdi, hem de başarıyla. Senaryo çok alışılmış bir konuydu, melodramdı yine de çok çekiciydi. (Melodramlar beni bunaltır biraz) Aylarca müziklerini dinlemiştim. Hala ezbere bildiğim şarkılar var. 


Kişisel kısım burada bitti...

Yönetmen Baz Luhrmann'dan en son Australia filmini izlemiştik ki önceki iki filmin oldukça altında kaldığı açıktı. Aslında IMDB puanlarına bakınca en üst sırada Great Gatsby görünüyor ancak bunda yeni gösterime girmesinin hareketliliği etkendir herhalde. Yine de yönetmenin en iyi filmi denilince aklıma ister istemez Moulin Rouge gelmeye devam edecek.

Sonunda konuyu Gatsby'e getirebildim... Büyük bir merak ve heyecanla bekledim bu filmi. Kitabı da seviyorum, yönetmeni de... Müzikleri önceden dinlemeye başlamıştım zaten, youtube sağolsun. Merakla ilk gösterime girdiği gün izledim. Bana en gülünç gelen eleştiri "Günümüz müziklerini kullanmış" oldu. Evet, yönetmenin olayı bu? Moulin Rouge'yi aynı nedenle sevmedik mi?  Müzikleri harika, birkaç haftadır dinliyorum. (En çok Jack White- Love is Blindness ve The XX- Together) Kostümler, saç-makyaj, ortam derken filme kendinizi kaptırmamanız mümkün değil. Ancak bu bir romanın uyarlaması, ister istemez okurken hissettiklerinizi hissetmek isteyeceksiniz. O zaman soru işaretleri başlayabilir... Konuyu ve ortamı veriyor ama bir şeyler yine de eksik kalıyor. Sanki eleştirel kısım yani anlatılmak istenilen "asıl" şey. Özellikle kadın karakter çok boş kalmış. Zaten Gatsby'yi düşünmekten başka şey göremiyoruz, bari aşkını biraz anlayabilmemiz için Daisy'yi tanısaydık. (kendisi en nefret ettiğim kadın roman karakteri olabilir)

Aşağıda The XX'in güzelim şarkısını veriyorum, dinleyin sonra da bu yaz konserine gidin. Ben gitmeyeceğim, siz gidin. 


Wednesday, May 15, 2013

Kitap: Stephen Chbosky - Saksı Olmanın Faydaları (Perks of Being a Wallflower)

Stephen Chbosky bu kitabı 1999 yılında yazmış. Film adaptasyonunu 2012 yılında yine kendisi yönetmeseydi, belki de haberimiz olmayacaktı. Çok satar bir kitabın, film uyarlaması sonrası Türkçe'ye çevrildiğini gördük bir kez daha.

Filmle ilgili yazıyı şurada yazmıştım...

E-kitap okuyucum ve film afişi kapaklı kitap.

Genç yetişkin (Young Adult) dedikleri türde kitaplar pek okumamaya çalışıyorum. Neden derseniz, eğlenceli ve sürükleyici olabiliyorlar ancak bana pek bir şey katmıyorlar. Tatilde, kumsalda okumaya uygun olduklarını düşünüyorum, fakat kısıtlı paramı bu kitaplara harcamak, küçük kütüphaneme bunları sığdırmaya çalışmak beni bunaltıyor. Bu kitabı neden / nasıl okuduğuma gelince... Bu aralar okuma hızım düşük. Elime kitap alamıyorum. Edebiyat dergilerini okuyorum sadece. Perks of Being a Wallflower e-kitabını ele geçirince, hem İngilizce bir şeyler okumak benim için iyi olabilir diye düşündüm, hem de filmle kitap arasındaki farkları incelemek istedim.

Öncelikle İngilizce okumayı düşüneceklere sesleneyim: Hazırlık okumuş her öğrenci rahatça bu kitabı okuyabilir. Çok basit bir dili var. Kısa cümleler, aşina olduğumuz kelimeler, konuşma dili... Neredeyse betimleme yok. Bunu goodreads.com'da biri eleştiri olarak yazmış; ben de hak verdim: Herkesin sürekli "ağlaması" söz konusu. Herkes ya "mutlu" ya "mutsuz" oluyor. Hani bir "konuşurken gözlerin dolması" yok, direkt ağlıyorlar. Veya "gülümsedi" yok, direkt mutlu oluyorlar. Bu anlatım bir tercih olabilir çünkü ana karakter Charlie biraz tuhaf bir çocuk ve henüz 15 yaşında. Bilinmeyen birisine yazdığı mektupları okuyoruz. Charlie liseye yeni başlamıştır ve Patrick&Sam ikilisiyle arkadaş olur.

Roman ilerledikçe Charlie'nin otistik veya travma sonrası stres yaşayan cins bir çocuk olduğunu düşünüyoruz. Otizm türlerini pek bilmiyorum yine de Charlie 'nin otistik olmadığını, yalnızca fazla duygusal bir çocuk olduğunu zannediyorum.

Filmde daha ukala, daha "az ağlayan" ve daha "indie" bir hava vardı. Kitapta ise 1990'larda Amerikan liselerinde yaşamın havası daha iyi hissediliyor. Kitapla film arasında az fark var, ancak filmde biraz daha ön plana çıkabilen Sam karakteri, kitapta çok tanınamıyor. Bunda Patrick'le ilgili daha çok olaya şahit olmamızın etkisi var galiba. Patrick hem filmde hem kitapta çok çekici bir karakter. Sam ise daha çok filmde çekici, kitapta -son kırılma noktasına kadar- etkisiz kalıyor.

Wallflower kelimesi çekingen kişiler için kullanılıyor. Hatta fark bile edilmeyen insanlar için söylenen bir söz. Türkçe çeviride neden "Saksı" kelimesini kullanmışlar bilmiyorum, herhalde "Saksı gibi oturmak"tan esinlenmişler... Kendisini böyle çekingen gören insanların kitapla daha yakın bağ kurması lazım. Ancak ben, ki kendimi lisedeki halimle bu tanıma uygun buluyor(d)um, Charlie ile kendimi pek özdeşleştiremedim. Çünkü Charlie herhangi bir wallflower değil. Başka bir sıkıntısı var gibi. Wallflower olan bir insanın Patrick ve Sam gibi gayet cool arkadaşlar edinip, sigara/içki/uyuşturucu denemesi, hatta kız arkadaş bulması pek olası görünmedi bana. Belki de çok siyah beyaz düşünüyorumdur. Bu noktada yine son bölümlerde Sam ile Charlie'nin diyaloğu -kırılma noktası- olmasa iyice rahatsız olurdum diye düşünüyorum, neyse ki bu bölümle biraz düze çıkardı kendini kitap.

Başarılı bir gençlik kitabı, fazla bir şey beklememek lazım. Kendimi yaşlı hissettirdi biraz. Nostaljik duygulara kapıldım. Goodreads.com'da kitapta geçen şarkıları download edip iPod'larına yüklediklerini ve sürekli bu şarkıları dinlediklerini söyleyen okurlar var.